31 Ocak 2011 Pazartesi

VVts'de gunesli ve guzel bir gundu :)








Moskova'yi genel olarak cok seviyorum ama bazi yerler var ki olmazsa olmazlarim. Elbette bunlarin basinda St.Basil Katedrali var ama onun hemen ardindan VVts geliyor. Her havada, her mevsimde bir baska guzel burasi. Bu defa fazla lafa gerek yok bence. Fotograflar konussun. Not: malesef istedigim kadar ozenli ve cok fotograf cekemedim, hava cok cok soguktu... VVts'de yalniz degildim elbet :) Bugun Noni ile yuzyuze tanisabildik sonunda ;) aynen dusundugum gibi, soguk Moskova'da sicacik bir arkadas daha... Nurten abla, Sevinc, Sibel ve ben bakalim VVts'de neler gorduk neler...




VVts'den manzaralar...












































Reyonlardan (pavilyonlardan) goruntuler...











































Su minicik seylerin guzelliklerine bakar misiniz :) asagidaki fincanin (1 adet) fiyati 24.000 ruble. Yani kabaca bir hesapla 800 dolar...







































Ve... Noni dogum gunum icin cok anlamli ve guzel bir hediye verdi :) Nazim Hikmet yuzugumu kullanmak icin sabirsizlaniyorum ;)













Bakalim neler almisim ;)




Japon isi bir ceket...











Matrushka makyaj cantam :)






Bunlar oyuncak gibi mi gorundu size? :)










Belki de yuzuk kutusudurlar :))







Ve bir tane daha matrushka anahtarlik...







Eve donuste de oglum bana cikolatalarla bu surprizi yapti :))











30 Ocak 2011 Pazar

2 gun bitti bile...





Moskova'da zaman sanki daha mi hizli geciyor? Sayili zaman cabuk biter ya zaten :) 2 gun gecti bile ve ben daha birsey anlamadim. Henuz gitmek istedim yerlere gidemedim tabi :) Ama maraton yarin basliyor ;)

Nihayetinde yarin sevgili Noni ile yuz yuze tanisacagim... Fotograf makinam hazir bile :) Istikamet Vdnh... Yani VVts... Yani Butun Rusya Sergi Merkezi. Bu muhtesem yer icin yazimi BURADAN okuyabilirsiniz ;) Orayi seviyorum. Yani evet harika binalari, genis alani, fontanlari ile cok guzel bir yer ama benim icin ayni zamanda harika anilari icinde barindiran bir mekan. Kulaklarin cinlasin sevgili Melek :)

Biran once yarin olsa :) ...

Bugunu yemiyelim ama tabi degil mi? Gune oglen basladik. Bir uyumusuz ki sormayin :) Aylardan beri ilk defa boyle uyudum... Moskova'da yasarken klasik Pazar sabahi aliskanligimiz Starlite idi ki bugun de aynen oyle oldu. Ozlemisim oranin ortamini, yemeklerini... Starlite sonrasi elbette olmazsa olmaz biryer :) resim malzemelerimi aldigim kucuk magazine gittik. Hani nehir kenarindaki "Sanatcilar Evi" vardi ya, onun yanindaki magazin/ Oraya girince kendimi kaybediyorum. Yine gozume birsuru sey kestirdim ama hafta ici soyle rahat bir zamanimda, kosturmadan sakin sakin bakip alacagim onlari. Bugunku kazancim ise 2 katli harika bir boya cantasi. Canta diyorum ama cantadan biraz ote birsey :) Kendinden cekcekli kocaman bir bavul resmen :) Ama gorur gormez vuruldum. Cunku o koca koca boyalari, sayisiz fircalari ve diger butun herseyi hem saklamak hem de bir yerden bir yere tasimak icin mukemmel. Ah bu ben! hic akillanmayacagim :) aslinda pek de sikayetci degilim. Bazi kadinlar ayakkabi alir, bazilari kiyafet, bazilari mucevher... Benim icin en kiymetli mucevher resim ile alakali olan hersey :) O magazaya girince sanki pirlantalar, elmaslar, incilerle dolu bir yere girmis gibi hissediyorum kendimi :)

Iste boyle bir pazar gunuydu bugun. Erken bitti, eve geldik cunku yarin cocuklar okula gitmek istiyor. Tatilde okula gitmek isteyen cocuk da az bulunur hani :) Tabi arkadaslarini ozlediler, haklilar :) Onlarin okula gitmesiyle benim de mesaim basliyor demektir ;)

28 Ocak 2011 Cuma

Nereye geldim ben? demiştim... işte bu yüzden özlüyorum!


1998 yılının Ocak ayıydı. 4 Ocak. Havaalanının kasvetli, boğucu, kalabalık, havasız ve kahverengi salonunda kucağımda kızım ağlarken, "Nereye geldim ben?" diye sormuştum kendime sessizce.

Neden sessizce? Çünkü orya gitmeyi ben istemiştim. Yıllardır duvarımda asılı duran, üniversite yıllarımda ondan esinlenip projeler hazırlayan bendim. Koskoca meydanın ortasında rengarenk kubbeleriyle yükselmiş duran St.Basil Katedrali... En çok da orayı görmek istiyordum, hayatta birşeyi çok isterseniz olur. Bunu biliyor musunuz?

Ama şimdi, asık suratlı polislerin pasaport kontrolü yaptığı bir salonda uzunca bir sıranın en sonundayım ve duvarlarda anlam vermediğim, kahverengi borulardan yapılmış, çirkin, soğuk ve estetikten uzak ne olduğu belirsiz süslemenin altında duruyorum. Hava çok soğukmuş. Öyle duydum. Ama beni mereklandıran havadan çok evim olacak yer. Burada evler de çok kötüymüş. Hem küçük hem bakımsızlarmış. Lüks daire istemiyorum zaten, temiz olsun yeter.

Sancılı pasaport kontrolünden kazasız belasız geçiyoruz. Bavullar çoktan dönen banttaki yolculuğunu tamamlamış. Zaman durmuş gibi öylece kala kalmışlar duran bantın üzerinde, bazıları yanında yerde. Ne çok bavulla gelmişiz, hayatı onca kilometre uzağa taşımak kolay mı tabi...

Bizikarşılayacaklar. Bir araç gelecek. Sonra eve gideceğiz. Evim diyebilecek miyim oraya? Kapıdan dışarı adım atar atmaz, evet, gerçekten soğukmuş. Bu kadarını beklemiyordum. İliklerim üşüdü denir ya...

Onca bavul, Sera'nın ana kucağı ve biz sığışıp arabaya uzun yolculuğa başlıyoruz. Şeremetyeva havaalanından şehre doğru giderken, yol üzerinde o zamanlar ne Mega var, ne İkea, ne Aşan... Aslında duyduğum kadarıyla market bizim bildiğimiz anlamda çok azmış. Olanlar pahalıymış ve sadece Ramstore (Migros) varmış. Bize uzakmış ama alışveriş için en uygun yer.Ne de olsa bizden...

Binalar sıklaşıyor iki tarafta. Bunlar nasıl bina böyle? Sanki herbiri elle tek tek işlenmiş, üzerlerine danteller örtülmüş... Bembeyaz şehrin ortasında dantelden binalar. Bir masalın içinde olmalıyım. Ama benim içim St. Basil'i görmeden rahat etmeyecek...

Caddeler çok geniş, Türkiye'de görülemeyecek kadar hem de... 5 şerit gidiş, 5 şerit dönüş yol şehir içinde. Ne muazzam... Bir caddeye geliyoruz biraz daralıyor yol. Sadece 2'şer şerit daralıyor. Mağazalar var. Tverskaya olmalı. Alışveriş yapabileceğiniz, mağazaların topluca bulunduğu tek cadde. Tunalı gibi, Bağdat cadddesi gibi. Ama seçenek çok az. Zaten mağazalara bakacak vakit yok. Bu muhteşem yapıları kaydetmem lazım beynime. Öyle görkemli ve güzeller ki... Tarih hala üzerlerinde.

Caddenin sonuna doğru, orada tam karşımda! Bu orası olabilir mi? Kremlin, evet Kremlin, öyleyse Katedral de burada bir yerlerde. Meydan nerde? Birden sola doğru kıvrılıyoruz, pek birşey göremiyorum. Ama görmek, yaşamak, gezmek, kaydetmek için zamanım çok olacak, hem de çok....

Bu gördüğüm Moskova nehri olmalı. Kenarında yürüyüşe çıkmak için sabırsızlanıyorum ama önce biraz havanın ısınması şart. Ve sağa döner dönmez... Kocaman sevimsiz Rusya otelinin hemen ardından... İşte orada. Peri masallarından fırlamışcasına karşımda göğe yükseliyor. Düşündüğüm kadar büyük değilmiş. Ama hayalimdekinden çok daha güzel. Duvarımdaki fotoğrafından kat kat güzel, gizemli, masalsı... St. Basil... Kızıl Meydanın orta yerinde... Arabadan atlayıp içine giresim var ama heralde bu saatte açık bile değildir.

Nehrin karşısına geçiyoruz, ters istikamete dönüyoruz, katedral hala orada. Ve... daha 2 dk bile geçmeden binaların arasına dalıyoruz. Evimiz... Nasıl yani? Nehrin kenarında, 7 kıkardeşlerden birinin hemen ilerisinde, katedralime yürüyüş mesafesi ile sadece 20dk uzaklıkta.

Bu kadar güzel olabilir mi?

Artık nereye geldiğimi biliyorum.

Neredeyim ben?

Hep bulunmak istediğim yerde.

Merhaba Moskova!
Merhaba evim!
Merhaba aşık olacağım şehir.
Zdrastvite moya lubimaya Moskva...

27 Ocak 2011 Perşembe

Tüm engeller aşıldı, yolculuk yakındır


Yine de havaalanından çıkıp kar ve soğuğu içimize çekene kadar... tüm engeller aşılmış sayılmaz... yani en azından Rusya'ya gidiyorsanız bu böyledir :)

24 Ocak 2011 Pazartesi

Uğurlar olsun!


Bir Pazar Sabahıydı Ankara Kar Altında
Zemheri Ayazıydı Yaz Güneşi Koynunda
Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana
Zalımlar Pusudaydı Bedenim Paramparça
Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana

Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun
Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun
Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük
Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun

Çevirdim Anahtarı Apansız Bir Ölüme
Şarapnel Parçaları Saplandı Ciğerime
Ucuz Can Pazarıydı Kan Doldu Gözlerime
İsimsiz Korkuları Katmadım Yüreğime
Bembeyaz Doğruları Yaşadım Ölümüne

Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun
Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun
Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük
Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun

40+birkaç saat :)


40'ın bir büyüsü olacağını düşünmüştüm, 39'dan pek farkı yok ama tabi ki şimdilik, ne de olsa birkaç saat oldu :)

Ama ben hala içimde çocuğum, bu asla değişmeyecek besbelli...

Bunun yanısıra fark ettim ki epeyce anı birikmiş hayatımda. Bu iyi...

Tabi kötü anılar da var ama bunlar insanı büyütüyor ne de olsa...

Çocukken yani hakikaten küçükken, 15-16 yaşındaki gençler ne de büyük görünürdü gözüme... Ama şimdi 14 yaşımdaki kızım hala bebek benim için :) Bunun yanı sıra 5 yaşındaki bir çocukla akran olabiliyorum ve bence bu da iyi...

Çok şey öğrendim hayattan ve daha fazlasını öğrenmeye ömrüm yeter diye umuyorum. Ama asla öğreneceklerimizin yeterli gelmeyeceğini de biliyorum.

Bugün babam, annem ve ben eski, siyah beyaz, sararmış fotoğraflara bakarken anladım ki... 60'larda yaşasam çok mutlu olabilirmişim. 2060'da da yaşasam mutlu olurdum. 80'lerde genç olduğum için de çok muluyum. Yani.... dünya beni mutlu ediyor, seviyorum bu mavi küreyi...

Acılarını görüyorum, üzülüyorum ama bunlar yaşam sevincimi, umudumu, mutluluğumu daha da önemlisi sevme gücümü engelleyemiyor, bu çok önemli...

Sevginin gücü nedir diye çok merak ederdim. En önemli öğrendiğim ders bu oldu sanırım. Sevgi, zorlamadan, kendiliğinden, kayıtsız, şartsız ve karşılıksız duyulan bir hismiş. Diğerleri sevgi değilmiş. Bunu öğrenebildim ve daha da önemlisi yaşayabildiğim için çok ama çok şanslıyım. Yaşadığını sanarak ölen onca insan olduğunu düşününce üzülüyorum... Sevgi insanın mutlu olması değil, sevdiğinin mutlu olmasına sevinebilmekmiş ve zaten herşey sevgide saklıymış. Yani umut edebilmek için, mutlu olabilmek için, başarabilmek için, hayatta kalabilmek için sevmek şartmış ama gerçek anlamda sevmek. Başka türlü sadece nefes alıp vermekmiş hayat.

Hayatta gerçek sevgiyi tadabilmek için önce kendini sevmek gerekiyormuş....

Bütün bunlardan çıkan sonuç ise şuymuş: Ben depresif bir insan değilim ve asla olamam. Neden? Çünkühayatta mutlu olabilecek milyarlarca ve milyarlarca şeyin farkına varabiliyormuşum...

40'ı sevdim. 39'u, 35'i, 30'u, 28'i, 24'ü, 20'yi, 18'i, 16'yı, 12'yi....................sevdiğim gibi. HAYAT, YENİYAŞLARDAN NEFRET EDECEĞİMİZ SEBEBLER SUNMASIN YETER Kİ BİZE...

23 Ocak 2011 Pazar

21 Ocak 2011 Cuma

Son 7 gün :)


1 hafta kaldı.... Moskova buz gibiymiş... Buz gibi havada ben yerimde durmayacağım yine de hiç şansı yok :D

18 Ocak 2011 Salı

Oğlumun ilk suşi yapma deneyimi :)


Yani evet, sporu çok seviyor oğlum Canavarusarpus. Futbolu güzel oynar ve tabi basketbolu. Pinpon ve tenisde de fena değildir hani.

Ha bir de yazar. Durmadan yazar. Bazen gece yatırdıktan sonra kontrole gidiyorum bir de ne göreyim... gece lambasının ışığında yine gizlice birşeyler yazıyor. Genellikle senaryo yazar benim oğlum. O da geçen sene gelişen bir hobi oldu. Moskova Türk Kadınlar Organizasyonunun çocukkulübünde Neslihan öğretmeninin dersde verdiği görevle gelişen bir durum. İyi de yazıyor hani... Sadece bazı kelimeleri yanlış yazıyor, o da normal, Türkçe'yi daha yeni yeni doğru kullanmayı öğreniyor. Ne de olsa doğduğundan beri Rusça ile haşır neşirdi.

Ama bugün... bugün oğlumun yeni bir meziyetini keşfettim. Süper suşi yapıyor. "Anneeee ben de yardım edeyim" dediği zaman eyvah dedim, anlaşılan bu akşam yemeği geç yiyeceğiz. Ama oğluşum beni utandırdı resmen. 5 yaşından beri suşiyi zevkle yer Canavarusarpus.(anasnın oğlu :)) biz otuzumuzda keşfettik suşiyi, beyimiz beşinde :) Ben sadece pirinci haşladım işte hepsi o... Geri kalan herşeyi yaptı, bana da izlemek kaldı. Malzemeleri koydu, sardı, kesti ve tabaklara servis etti... Bu arada oldukça da ustaca yaptı. Anlaşıldı geleceğin jamie oliver'ını yetiştiriyorum :D Şaka bir yana, günümüzde kalitel aşçılık çok gözde bir meslek... neden olmasın ;) hem yemek yapma derdinden de kurtarır beni hihihhi

16 Ocak 2011 Pazar

Nazım Ustanın doğum günüydü...


20 Kasım aslında ama nüfusa kaydı 15 Ocak idi... Geciktim bu sene yazmaya, biliyorum... Ama düşünmeden edemiyorum... Moskova'da olsaydım, mezarı başında olurdum. Elimde karanfiller ve dudağımda şiirleriyle. Soğuk olurdu muhtemelen. Kar örtmüş olurdu başındaki ağacı. Çınarı diyemiyorum çünkü henüz dikilen çınar göğe varamadı. "Memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak" derdim hala Moskova'da yaşasaydım. Şimdi memeleketteyken ve uzakları özlerken mavi gözlü deve ancak "özledim" diyebiliyorum.

Biliyorum,bana kızardı. Memleketindesin, benim hep isteyip olamadığım yerde ve özledim diye şikayet ediyorsun diye azarlardı herhalde. Bilmezdi içimdeki hisleri ve elbette bilmezdi memleketin şu son halini!

Kızmakta haklı olurdu belki de ama bilmesini isterdim ki, ben nerde olursam olayım özleyeceğim ötekini.

Moskova'da olsaydım... Mezarı başında olurdum. Novodeviçi'de. Soğan kubbeli manastırın yan bahçesinde. Karın beyaza boyadığı o güzel şehrin bir güzel köşesinde.

GÖZLERİN

Gözlerin gözlerin gözlerin,
ister hapisaneme, ister hastaneme gel,
gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte,
şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte
Antalya tarafında ekinler seher vakti.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
kaç defa karşımda ağladılar
çırılçıplak kaldı gözlerin
altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak,
fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün
sevinçli bahtiyar
alabildiğine akıllı ve mükemmel
dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın
ve yaz yağmurundan sonra yapraklar
ve her mevsim ve her saat İstanbul.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
gün gelecek gülüm, gün gelecek,
kardeş insanlar birbirine
senin gözlerinle bakacaklar gülüm,
senin gözlerinle bakacaklar.

Nazım Hikmet Ran