9 Kasım 1989'da Berlin'i ikiye ayıran duvar yıkıldı ve bu sene duvarın yıkılışının 20. yılıydı. Duvardan parçalar 43 ayrı sanatçıya dağıtıldı. Sanatçılar bu duvar parçalarına eserlerini yaptı ve bu resimler şimdi dünyayı geziyor. 13 Aralık'da Moskova'daki sergi bitmeden gezdik, gördük, beğendik... Henüz gezemeyenlere hatırlatma, bu sergiyi görmek için son 3 gününüz kaldı. 13 Aralık son gün... Gezmek isteyenlere; sergiye giriş ücreti 150 ruble.
Hazır gitmişken bu ilginç mekanı bir gezmenizi tavsiye ediyorum. Eskiden bir şarap fabrikasıyken, harabe bir halden sanat galerisine dönüştürülen Winzavod'un içinde başka neler var? Kafe, güzellik salonu, kuaförlük okulu, mağaza, sanatmarket, galeriler, kurslar, fotoğraf atölyeleri, etnik kültür merkezi, bar, sinema salonu (sadece özel film gösterimleri için) ...
Hatta gitmişken Zurzum kafede bir Türk kahvesi içmeden ayrılmayın. Moskova'da dışarda içtiğim en güzel Türk kahvesiydi. Kahveyi Türkiye'den getiriyorlarmış ve cezvede pişiriyorlar. Yanında suyunu bile getirdiler ya, dedim işte budur :)
Winzavod Modern Sanatlar Merkezi 4. Sıromyatniçesky Per. Dom:1 str: 6 Metro: Kurskaya
Şu son 2 aydır yoğun, koşturmacalı, biraz yorucu ama daha çok keyifli günler geçirmekteyim. Bu tempoya devam tabi ki :) Programda neler var bir göz atalım...
Bu haftanın 2 önemli programı var. İlki 9 Aralık Çarşamba günü Troise Sergieva Manastırı (bakınız: Troise Sergieva Manastırı). Aslında daha önce iki defa gittim ancak öyle güzel ki bir daha giderim...
İkincisi ise epeydir isteyip de bir türlü denk getiremediğim, 13 Aralık'da bitecek olan bir sergi. 10 Aralık Perşembe günümü de buna ayırıyorum. "Berlin Duvarı Resim Sergisi" (bakınız: Berlin Duvarı). Serginin özelliği ise şu: Doğu ve Batı Almanya'yı birbirinden ayıran Berlin duvarının yıkılışının bu sene 20. yılıydı ve bu duvarın parçaları 43 farklı sanatçıya dağıtıldı. Sanatçılar eserlerini bu duvarlar üzerine yaptılar. İşte sergi de bu eserlerden oluşuyor. Dünyayı gezen serginin bir durağı da Moskova ve sadece 13 Aralık'a kadar burada. Kaçırmamak lazım...
İşte haftanın yoğun programı içine sığdırabildiklerim... Haftaya daha başka planlar var, mesela Moskova'da sahlep içmek gibi ;)
Bilseydim kayıp ilanını daha önce verirdim... Moskova “kar”ını kaybetti hükümsüzdür dedim ama kar bulundu hem de nasıl... Sabah hafif başlayan ve giderek büyüyen sıklaşan kar taneleri ile şimdi Moskova bembeyaz.
Tabi ben çok seviniyorum, araba kullanmayan birisi olarak ama araba ile dışarı çıkan arkadaşlar bana söylenecekler şimdi. Hiç kusura bakmayın arkadaşlar, ben çok sevinçliyim kar yağdığı için. Hem pislikler örtüldü hem de aydınlandı heryer diye ama bir o kadar da üşüdüm. Unutmuş muyum ne :)
Ama benim şu meşhur babuşkam(Hepimizin Babuşkası)bugün beni görse benimle gurur duyardı. İlk defa bu sene şapkamı, beremi ve eldivenimi unutmadan çıktım evden. 12 yıl gerekiyormuş demek ki anlamak ve uygulamak için :)
Sevinmemin bir diğer nedeni de Çarşamba günü Troise Sergieva Manastırı gezisinde karlar içinde olacağımızdan. Çünkü oradaki manastır kar içinde bir başka güzel oluyor...
Çarşambanın ardından, gezi notlarımla burada olacağım...
Bekledik bekledik gelmedi. Geleceği de yok gibi. Nerde Moskova'nın beyaz gelinliği?
Öyle gri, öyle kahverengi, öyle puslu ve öyle bunaltıcı ki... Karın değerini şimdi daha iyi anlıyorum. Bembeyaz görüntüsü ile şehrin pisliklerini ne güzel örtüyordu oysa. Şimdi camdan dışarı bakınca çamur ve karanlıktan başka birşey yok...
Karlar altında, güneş olduğu gün donduran, nefes alırken genzini soğuktan yakan, yollarda düşmemek için penguen gibi yürüten Moskova'yı geri istiyorum acilen...
Sabah camdan bakınca bana sevinç çığlıkları attıran Moskova'yı...
Yine Aralık ayı, yine Türkiye yolları göründü, yine kömürde kestanenin kokusu ta Moskova’ya kadar ulaştı... “Kömürde kestane” yazım alışılageldik bir şekilde ısrarla devam ediyor. Farklı olan şey ise, her sene ben bu yazıyı hazırlarken dışarısı bembeyaz olurdu, bu sene kar bir ce deyip kaçtı kendisinden hala haber alamıyoruz. Moskova “kar” ını kaybetti hükümsüzdür...
İlk kömürde kestanemi yazarken, kar kokusundan bahsetmiştim ancak görünen o ki küresel ısınma mı dersiniz, çevre kirliliği yüzünden mevsimler şaştı mı dersiniz, ne derseniz deyin, kış ayları artık eski keyfinde olmayacak. Her sabah gri, puslu ve kirli bir havaya uyanmak ne kötü birşeymiş meğer! İlk geldiğimiz yıllarda ne kadar soğuk diye yakındığımız Moskova havası ne kadar da güzelmiş meğer. En azından güneş görüyorduk donarak da olsa. Haftalardır kendilerini görmüyoruz sayılır. Güneşin rengi neydi acaba?
Gelelim asıl konumuza... Ne diyorduk? Kestane diyorduk... Dün uzun bir süre biri Amerika’da, diğeri Singapur’da iki arkadaşım ile şu kestane olayını yazıştık facebook’da. Bu arada facebook nasıl da girdi hayatlara! Herkes hasret anlaşılan bu kömürde kestaneye. Kimse bulunduğu yerdeki kestaneden memnun değil. Ama gelin görün ki kömürde kestanenin yerine, yani memleketimize dönmek konusu açılınca da herkes kestanesiz yaşamaya razı. Neden acaba? Kriz? Türkiye’deki politik sebebler? Hayata bir yaştan sonra yeniden ve sıfırdan başlama korkusu? Çoluk, çocuk, okul konusu? Elbette herkesin kendine göre sebebleri vardır.
Sebeb her ne olursa olsun birşeyi kendimize itiraf edelim. Alışkanlıklardan vazgeçmek zor. Üstelik bu alışkanlıkları bize hiç benzemeyen insanların yaşadığı, kültürleri ayrı, yedikleri içtikleri hatta konuştukları ayrı, dilleri farklı, havası suyu farklı bir yerde edinmiş olsak da... Bu böyle. Hadi bunu kabul ettik. Peki nedir bu kestane özlemi yanıp tutuşan içimizde?
Bu sene o kestanenin kokusuna taa yaz aylarında kanıp da giden çok oldu Moskova’dan. Cesaretlerinden dolayı tebrik etmek istiyorum doğrusu. Ben dönüş yollarını düşününce afaganlar basıyor açıkçası. Dönmek istemediğim için mi? Kim memleketine dönmek istemez ki? Elbette istemeyenler olabilir ama ben onlardan değilim. Sadece yeterli cesaret ve altyapı yok diyelim. Burada yaşadığımız sorunlara bakıyorum, bir de dönersem yaşayacaklarıma... Moskova’da kalmak kolayıma geliyor galiba...
Ama yine de kestane yeme zamanı geldi... İçten içe biliyorum bunu. Hatta şöyle derin bir nefes aldığımda, Ankara’nın kirli havasına kar ve kestane kokusu eşlik ediyor da ta burnuma kadar geliyor... Sonra az kaldı diyorum, bir ay bile yok toprağına ayak basmana ama o az kalan zamanlar daha bir zor geçiyor zaman azaldıkça.
Gitmeli, dinlenmeli, gezip yorulmalı, kestane yemeli, sahlep içmeli, sevdiklerinle birlikte olup hasret gidermeli, sevgiyle enerji doldurmalı ki dönüp yeni koşturmacalara girebilmek için piller dolu olmalı. Az kaldı... az kaldı... az kaldı... az kaldı... 3 hafta nedir ki aylar geldi geçti o da geçer... Türkiye’ye gidecek tüm arkadaşlara bol kestaneli günler :)
IWC ile winzavod'un birlikte gerçekleştirecekleri ve gelirinin yardım komitesine kalacağı, Moskova'da yaşayan sanatçıların resimlerinden oluşacak karma serginin son teslim tarihi dündü.
Ben de kendimden 2 resim yolladım. Bakalım jüriyi geçebilecekler mi :)
Bu iki resmi açık açık koymak istemiyorum ama onları kendi içinde puzzle yaptım, hoş birşey çıktı ortaya. Belki de bir sonraki resmimde bunu tuval üzerinde denemeliyim :)
Bugün güzeller güzeli kızımın yaşgünü :) Yani tam 13 yıl önce bugün, akşamüstü saat 18:05'de dünyalar güzeli, ufacık Seram kucağımdaydı... Küçük tatlı sneguruçkam benim :)
Kızımın yaşgünü kiminle aynı güne denk geliyor dersiniz :))) Ruslar'ın Noel Babası "Ded Moroz (Дед Моро́з (Де́дко Моро́зко)-Buz Dede" ile... (Sneguruçka da Ded Moroz'un torunu kar kızı :))
Sabah Google sayfasında görünce hem biraz şaşırdım hem çok hoşuma gitti...
Sera ve Ded Moroz'un doğum günlerini kutluyorum efendim ;)
MTKO bu yıl tam hız devam deiyor... Araya bir takım olaylar girse de, biraz geciksem de, işte MTKO'nun "Cumhuriyet Balosu" ile ilgili medyaya yansıyanları...
NOT: Suat Taşpınar'a hem Moskovalife sitesinde hem de Kompas dergisindeki desteği için sonsuz teşekkürler...
Biz Moskova'da yaşayan kadınlar boş durmuyoruz. Durmuyoruz da neler yaptığımızı kim nerden bilecek? İşte buradan bilecek : MTKO WEB SİTESİ
Bunca yıl çalışdık, didindik, ciddi bağışlarda bulunduk, hiçbirşey yapamadıysak birbirimize destek olduk... Ama uzaktan göründüğü gibi sadece yiyip içip eğlenmedik... Ne özverilerle yürüyor bu organizasyon bilen bilir. Hiçbir maddi-manevi beklenti olmadan, gönüllü yapılan çalışmalarımız artık bir tık ötenizde... Merak edenleri sitemize bekliyoruz...
Geçtiğimiz yıl Moskova Türk Kadınlar Organizasyonu'nun başlattığı gelenek devam ediyor. Bu yıl "Cumhuriyet Balosu"nun konuk sanatçısı Leman Sam...
T.C Moskova Büyükelçiliği'nin Himayesinde MTKO tarafından düzenlenen "Cumhuriyet Balosu"nda sizleri de aramızda görmekten onur duyacağız.
Tarih: 31 Ekim 2009 Yer: Holiday Inn Oteli Sokolniki Kokteyl: 19:00 Yemek: 20:00 Konuk Sanatçı: Leman Sam Ücret: 1 kişi 3500 ruble
Cumhuriyet Balosu için bilet satışları, 23 Ekim cuma günü saat 10:00-17:00 arasında, 24 Ekim cumartesi günü saat 12:00-16:00 arasında, Eski Arbat'ta yer alan Bosfor Restorandan yapılacaktır. Biletler 3.500 Rubledir.
Pazar günü her sonbahar olduğu gibi Kolemenskaya parkı ziyaretimizi yaptık. Aslında 2 hafta geçkaldık, ağaçların kızıllıkları azalmış ve çoğu ağaç neredeyse tüm yapraklarını dökmüş ama yine de güzel kareler yakaladığımızı düşünüyorum. Klasik sonbahar fotoğraflarını bırakıp yukarıdaki berduşa bakmaya ne dersiniz? Küçük kız çocuğu civarda oynarken oraya saklanıyor ve berduşun arkasından ce eee yapar gibi. Kız sonra uzun süre bu adamı izledi. Ben de berduşmu yoksa sadece kendine iyi bakmayan biri mi diye şüpheye düştüm. Çünkü elinde kitabı, yanında tenis raketi ile aslında berduşa da pek benzemiyor. Ama küçük kızı çok eğlendirdiği kesin...
Tanrı'nın Havva'yı Adem'den ve Adem'i diğer tüm erkeklerden farklı kılmak istediğini ve bu nedenle insan formunun özelliklerini yakalamanın ne kadar güç olduğunu görün...
Ama bilin ki yapacağınız iş o kadar zor değildir, çünkü
hiçbir varlık böylesine çok sevilmemiş, bu kadar çok anılmamış ve tanınmamıştır...
Jean Auguste Dominique İngres, Fransız ressamı (1780-1867).
Montauban'da doğan İngres, bir tahta oymacısının oğludur. Çocukken resimle müzik arasında karar verememişti, iki konuda da çok yetenekliydi. Bilinen ilk desenini dokuz yaşındayken yapmış, on dört yaşında da Toulouse Orkestrası'na kemancı olmuştu. Sonunda resim sanatını seçti, ama kemandan hiç bir zaman vazgeçmedi. (Fransızca'da, bir boş zaman uğraşını belirten «İngres'in kemanı» deyimi buradan gelir.)
1797'de Paris'e yerleşti ve büyük neo-klasik ressam David'in öğrencisi oldu. 1801'de Roma büyük ödülünü kazandı. İtalya'ya, Floransa'ya yaptığı bir yolculuk sırasında ilkel ressamları ve Raffaello'yu keşfetti; Toskana manzaraları birçok desenine esin kaynağı oldu.... Devamı
1824'te, "Louis XIII'ün Adağı" adlı eseri büyük başarı kazandı ve İngres Paris'e döndü, orada büyük övgü ve saygı gördü. Sonra Roma'daki Fransa Akademisi müdürlüğüne atandı. İtalya'dan dönüşünde sarayın ve ileri gelenlerin resmî portre ressamı oldu. Kendi deyimiyle son günlerine kadar çalışmasını «öğrenmek için» sürdürdü.
Zaten havaların bu kadar güzel, ılık ve güneşli gitmesinde vardı birşey... Aslında en tehlikeli zamanlar... Havayı güzel görüp insan kendini hala yaz aylarında gibi hissediyor...
Neyse... sonuçta yılın ilk ve umarım son gribi beni bugün yıktı geçirdi. Uzun süredir böyle kötü olmamıştım sanırım :( Başımı yastıktan kaldıramadım neredeyse. Dışarıdaki güneşli güzel günü de kaçırdım bu yüzden :(
Kış gelse bir dert bu memlekete gelmese bir başka dert. Bol bol su için, sıvı tüketin, metrodan mümkün oldukça uzak durun... Grip çok can sıkıcı bir durum :(
Her yaz kumdan, her kış buzdan heykelleri gezmeye alıştık burada. Ruslar sanatçılıklarını her fırsatta değerlendiriyor malum :) Bu defa kumdan heykeller Park Pabedı (Zafer Parkı)'nda sergileniyor. 2. dünya savaşı ile alakalı bir park olunca sanırım, konu da savaş olmuş. Savaşların tarihi geçmişine göre hazırlanmış heykeller çok güzel ama sayıları yazık ki az. Açıkçası ben çok daha fazla sayıda eser göreceğimi düşünmüştüm. Yine de yolunuz o tarafa düşerse bir görün derim. Bu arada heykeller bekleye bekleye artık kumluktan çıkmış biraz taşlaşmışlar ama :) yine de hala güzeller.
Hazır gitmişken hava güzel olursa bisiklet de kiralayabilirsiniz ;) Park Pabedının muhteşem yeşilliği ve rengarenk çiçeklerin arasında hem çok rahatlatıcı, hem çok eğlendirici oluyor...
Epeydir bloglarla ilgilenmiyordum dogrusu, kendiminki de dahil... Dun soyle bir gezindim dostlarin arasinda. Figoltix Angola'dayken de keyifle izliyordum, hala da ayni keyfi aliyorum blogundan, hafiften bir kiskanclikla beraber :) Kenya notlarina devam... Hem yazdiklari hem fotografladiklariyla iste Kenya... Figoltix Kenya'dan bildirmeye devam ediyor...
bir varmış insan bir yokmuş hayat darmış insana bazan - masal b/olmuş kelama OL! deyince tanrı dağ, taş olmuş hayat bazan da, havadan sudan
derken; yeşil vadinin yukarısında yaşayan minik bir çakıl yuvarlanmış bu masaldan
arkadaşları; .........güneş ............ yağmur ve bulutla sek sek oynar, oynaşırmış gün boyu minik çakıl mutluymuş onlarla mutlu olmasına da, inmek istermiş yine de, bazan düz ve serin bir ovaya ...
oysa, ne koşacak ayakları varmış ne uçacak kanatları -buna canı çok ama çok sıkılırmış
işte, günler böylece geçip giderken; hadi gel, demiş. bir gün arkadaşı rüzgar - düş koynuma. ''pıt'' etmiş kalbi çakılın takılıp peşine rüzgarın bırakmış kendini kollarına ve, düşüp ıslanmış yeşil bir ırmağa...
gel zaman , git zaman/la çok sular geçmiş üzerinden dereler...tepeler aşarak denizleri güneşi sürmüş bazan da toprağı alnına...
ve bir gün bu yolculuktan çok yorulan çakılcık başı dönüp tüm bunlardan bir dalganın üzerinden '' hooop '' diye düş/müş sıcacık bir insan avucuna ...
insan bu; görür görmez sevdalanmış taşa çalıp içini boyamış hemen onu kendi ruhuna...
gökten bir çakıl düşmüş bir gün ve ''hiç'' bir zaman TAŞ OL! mamış ruhunda İNSAN...