Havalar soğuyup yerler buz tutunca ve Moskova kar rengiyle boyanınca aklıma hep bu anım gelir. Geçenlerde havanın çok soğuk olmadığı ama durmaksızın kar yağdığı bir gün evden telaşla çıkıverdim ve sık sık yaptığım hatayı tekrar ettim. Soğuk havaya ilk geçişte, henüz şapka, eldiven takmaya adapte olamamışken hep yaptığım hatayı. Beremi evde unuttum.
Otobüs durağına vardığımda hatırlamıştım ama hem acelem vardı hem de üşendim, zaten hava da yumuşaktı ve eve dönmeye üşendim. Tabi hata yaptığımı günün ilerleyen saatlerinde de anladım. Giderek sertleşen hava, sabah lapa lapa yağan karın öğleden sonra rüzgar etkisiyle iğne etkisi yapan hissi ve kulaklarımda dayanılmaz bir ağrı. Kaç defa metro altlarındaki satıcılardan eldiven ve şapka aldım hatırlamıyorum. Hepsi de şapkamı, eldivenimi evde unuttuğum ve bir süre sonra donarak mecburen aldığım şeyler. Yine de akıllanmaz bir yanım var demek ki hemen hemen her yıl bunu tekrar ediyorum. İşte aklıma gelen anım da bu beremi evde unuttuğum günlerden birinde olmuştu.
Moskova’ya geleli daha bir yıl ya oldu ya olmadı, ben yapacak işler ararken kendime sonunda Uluslararası Kadınlar Kulübünün açtığı Rusça konuşma grubuna başladım. Kursu veren bayan şehre hayli uzak bir yerde yaşıyordu. Gri hattın en kuzeyinde, Otradnoe metro istasyonuna oldukça yakındı evi. Her seferinde olduğu gibi ben yine geç kalıcam telaşı ile şapkasız fırlamışım sokağa. O sene oldukça sert bir kış geçirdi Moskova ve aslında eskiden kış hep sertti burada. Kapşonumu kafama çekip metroya yürürken, ince kapşonun aslında pek de tutmadığı kulaklarım sızlamaya başlamıştı. Sonunda kendimi metroya atıp uzun yolun ardından varmıştım Otradnoe’ye. Ders bitmiş metroya geri dönerken, hafif ısınmışlığın rahatlığı ama daha çok metronun yakın olmasının verdiği rahatlıkla kapşonumu kapamadım. İşte o an karşımda durmuş bana bas bas bağıran yaşlı mı yaşlı babuşkayı hiç unutmuyorum. “Ah teyzecim ben senin ne dediğini anlayacak kadar Rusça bilsem ne işim var taaa buralarda...” teyze hiç durmadan söylendi. Arada seçebildiğim birkaç tanıdık sözcük ise bana hiçbirşey ifade etmedi doğrusu. Yanından yürüyüp gitsem peşimden koşar mı acaba...
Derken derdi anlaşıldı teyzenin. Önce birkaç saniye sessizlik ve hızlı, bir o kadar da sinirli bir el hareketi ile kapşonumu kavradığı gibi başıma geçirdi. Ben şokun etkisinden çıkamamış, hala neler olduğunu anlayamaz bir şekilde bakarken, yanımdaki arkadaşım başın açık diye fırça yedin demez mi... Halime gülsem mi, ağlasam mı yoksa aslında sadece karşısındaki insanın iyiliğini düşünen bu teyzeciğe kızsam mı?
Elbette gülümseyip Rusça anlamadığımızı ifade eden kelimelr bulmaya çalıştık ama nafile. Teyze de bizi hiç anlamıyor elbette. Ardından kafasını sallaya sallaya yürüdü gitti yanımızdan. Birkaç adım sonra dönüp bir bakış attı. Kim bilir belki de kapşonu geri açıp açmadığımı kontrol etti. İşte o gün bir gerçeğin farkına vardım ben o dar, buzlu sokakta. Rusya’da babuşkalar bile hepimizin. Ne kadar ters olurlarsa olsunlar, konşurken dövecek gibi görünürlerse görünsünler onlar herkesi düşünen tecrübeli ve geniş gönüllü insanlar.
Ama ne yazık ki o babuşka benim gibi akıllanmaz birine denk geldi. Acaba hala şapkamı evde unuttuğumu öğrense bana ne derdi? Heralde yine bana kızar, sinirle kafama birşey geçirirdi. Ya da ometroda giderken tutunmuyorum diye beni kenardaki demirlere doğru ittirir, etrafta bira içip taşkınlık yapan gençlere nasihatlar verirdi. Aslında o buruşuk yüzlü, asabi bakışlı babuşkalara ne kadar çok ihtiyacımız var hayatta. İnsan kendi öz babuşkasından ayrı kalınca anlıyor işte...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder