1932 km geride neler bıraktım? Aile büyükleri, ailenin diğer üyeleri, bir ev, çoktan satılmış olan bir araba, beyaz eşyalar, mobilyalar, birçok arkadaş, hala görüşmeye devam ettiğimiz birkaç arkadaş, güzel yiyecekler, İstanbul trafiği, öğretmenlik hayatı... Listeyi uzatabilirim daha. Şimdi bir de şöyle düşünelim, 1932 km geride bırakıp da bıraktığıma üzüldüğüm neler var? Aile büyükleri ve diğer aile üyeleri, birkaç arkadaş. Araba çoktan satıldı, satılmamış olsaydı da eskiliğinden yakınacaktık, birkaç arkadaş dışındakiler bize gözden ırak olunca gönülden de ırak oldunuz mesajı çektiler, ev artık ailemizin büyüklüğünü düşününce yetmez durumda, içindeki eşyalar eskidiler, buradaki yemeklere alıştık, trafik derseniz en alası zaten burada var, öğretmenlik bitti ama başka meslek dallarına geçtik derken elde var ne? Hasretin yoğurdu hayatın gerçekleri...
Son zamanlarda biraz durgunluk vardı aslında bende. Çok düşünür olmuştum geride kalanları. Sonra burada da pek çok şeyi geride bıraktığımı farkettim. Acemilik, çekingenlik, “hayır” diyememe sendromu, alınganlık, hassaslık... Tabi bunların hiçbiri kendiliğinden çıkıp gitmediler hayatımdan. Şebnem Ferah bir şarkısında “Son günlerde çok düşünür oldum, Zor zamanları çabuk atlatır oldum. Hayatıma giren herkese, Yaşanmış her şeye, Teşekkürler büyüyorum sizinle” diyor ve ne güzel de ifade ediyor. Biz de büyüdük geride bıraktıklarımızla. Moskova’ya geleli ne çok kişi gelmiş, ne çoğu gitmiş, kimisi unutmuş, kimisi unutulmuş. Hatta hergün gördüklerimiz bile bakar kör olmuş, anlayışsız olmuş, kendi derdinde olmuş, belki kendi halinde olmuş ya da başkasının halinden anlamaz olmuş hatta şehrin içinde kaybolmuş. Ama demek ki böyle büyüyor insan bir şekilde.
Nerden gelmiştim ben bu noktaya?
Ah hatırladım şimdi... Şu son biber olayı. Geçenlerde arkadaşta yemekteydik. Her hafta sonu olduğu gibi yani. Hep diyorum ya burada bizler birbirimizin ailesi, anası, babası, kardeşi, yoldaşıyız. Öyle kadehler beyaz beyaz tokuşurken masanın üstünde, yine yoldaşlık yapıyoruz birbirimize, yoksa geçmez hayat yalnız, dostsuz, kadehsiz, sofrasız, sohbetsiz ne Moskova’da ne de dünyanın bir başka yerinde...Beyaz kadehler tükenirken teker teker, derin sohbetler, şakalaşmalar, bazen hüzün, bazen keyif hepsi birbirine giriyor, sofradaki yemekler teker teker tükeniyor derken, hayat akıp gidiyor masanın altından. Ah şu güzel memlekette bir de her aradığımızı, her aradığımız zaman ve her aradığımız yerde bulsak değil mi? Ama belki de işin tadı ondadır. Hani az bulununca kıymete biniyor herşey ya... Bir de bakıyoruz ki taa Türkiye’den gelmiş, arkadaşımız tarafından gizlenip saklanmadan, hiç düşünmeden kızartılmış, sarmısaklı yoğurtla döşenmiş biberlerden sadece bir tane kalmış...
Son biber...
Herkes birbirine bakıyor ama kimse kıyamıyor biberi yemeye. Herkes birbirine ikram derdinde ve çıkıp birimiz son biberi alıp yanındakine uzatıyor. Al arkadaşım diyor, son biber senin olsun ve yeniden beyaz kadehler kalkıyor, tokuşturuluyor. “Son biberin şerefine”
O son biber aslında günün içindeki en önemli şey o anda. Hani az bulununca kıymete biniyor herşey ya... Dostluklar gibi yani... Son biberi, günün son saatlerini, son kadehi, son gülüşü, son güveni, son şefkati, son anlayışı, son affetmeyi, son... Belki de hiçbirinin sonu olmadığı için... Çünkü dostluk kayıtsız ve şartsız, kinsiz ve hesapsız, çünkü dostluk sonsuz olduğu için. Hatta dilini konuştuğun memleketinden 1932 km uzaktayken bile. Aslında, özellikle memleketinden 1932 km uzaktayken...
O zaman buyrun, son biberi size ikram ediyorum dostlarım, son biberin şerefine içelim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder