Her sene elektronik posta adresime bir yağmur gibi düşer bu fotoğraflar. Bazen dünyanın güzel bir köşesinden çekici bir manzara, bazen vahşi ormanda doğanın en harika yaratıklarından biri, bazen de hayatın acı tatlı gerçekleri yer alır o karelerde. “Son 25 yılın en harika fotoğrafları”, “National Geographic’in geçen yılki muhteşem kareleri” ya da “Geçen yılın unutulmaz anları” gibi isimleri vardır o maillerin. Çoğu zaman bu mailleri silemem, çünkü kıyamam. Biriktikçe birikir bilgisayarın bir köşesinde.
Bu nedenle Moskovalife sitesinde World-Press Photo 2007 sergisi haberini ilk gördüğümde onları yakından ilk defa görme şansını da yakalamış oldum. Elbette bu fırsatı mutlaka değerlendirmeliydim. İlk fırsat bulduğumda değil bir an önce fırsat yaratarak gittim sergiye. Ya sayıları bana az geldi ya da bakmaya doyamadım çabuk bitti gibi geldi bilemiyorum ama sergiyi bir baştan diğerine gezdikten sonra yeniden ve yeniden dönesim geldi fotoğraflara. Bu fotoğraflarda herşey vardı ama bazılarında hiçbir şeyi hatta umutları olmayan insanlar vardı. Bazılarında vahşi bir hayvanın avı vardı bazılarında vahşice avlanmış insanlar. Herbirinin ayrı bir hikayesi vardı, herbirinin hikayesi kendi içinde hüzünlü, umutlu ya da korkunç, şaşırtıcı olabiliyordu. Şunu düşündüm; bir insan bir makina ile nasıl bunu yapabilir? Bunca duyguyu bir kare ile nasıl yansıtabilir? Bu gerçekten büyük bir beceri, büyük bir sanat herşeyden önemlisi büyük bir yürek gerektirir. O sahneler karşında olmak ve bunu görüntüleyebilecek kadar cesur olmak. Günlük hayattaki ufak aslında çok ufak olan kaygılarımızın altında bu kadar ezilirken biz, onlar böylesine büyük duygular karşısında sanatları ile konuşuyor, hatta haykırıyorlar. Bu da yetmezmiş gibi bu haykırışlarını bizlere kadar ulaştırıyorlar.
Bu nedenle Moskovalife sitesinde World-Press Photo 2007 sergisi haberini ilk gördüğümde onları yakından ilk defa görme şansını da yakalamış oldum. Elbette bu fırsatı mutlaka değerlendirmeliydim. İlk fırsat bulduğumda değil bir an önce fırsat yaratarak gittim sergiye. Ya sayıları bana az geldi ya da bakmaya doyamadım çabuk bitti gibi geldi bilemiyorum ama sergiyi bir baştan diğerine gezdikten sonra yeniden ve yeniden dönesim geldi fotoğraflara. Bu fotoğraflarda herşey vardı ama bazılarında hiçbir şeyi hatta umutları olmayan insanlar vardı. Bazılarında vahşi bir hayvanın avı vardı bazılarında vahşice avlanmış insanlar. Herbirinin ayrı bir hikayesi vardı, herbirinin hikayesi kendi içinde hüzünlü, umutlu ya da korkunç, şaşırtıcı olabiliyordu. Şunu düşündüm; bir insan bir makina ile nasıl bunu yapabilir? Bunca duyguyu bir kare ile nasıl yansıtabilir? Bu gerçekten büyük bir beceri, büyük bir sanat herşeyden önemlisi büyük bir yürek gerektirir. O sahneler karşında olmak ve bunu görüntüleyebilecek kadar cesur olmak. Günlük hayattaki ufak aslında çok ufak olan kaygılarımızın altında bu kadar ezilirken biz, onlar böylesine büyük duygular karşısında sanatları ile konuşuyor, hatta haykırıyorlar. Bu da yetmezmiş gibi bu haykırışlarını bizlere kadar ulaştırıyorlar.
Bir Amerikan denizcisi ile evlenirken Renee Kline onları fotoğraflayan sanatçıyı düşündüm. O kızın gözlerindeki ifadeyi yakaladığında ne hissetti... Portreler dalında birinci olan ve Nina Berman’ın çektiği bu karede o gencecik ve şaşkın, ne yaptığını bilmez, üzülmekle acımak hatta korkmak arası bakan bakışlarını fotoğrafa yansıttığında... Nişanlısı olan ve bir bombada yaralanan hatta ölümden dönen, belki bir zamanlar belki hala deli gibi aşık olduğu TyZiegel’in yanında duran bu kadın o fotoğrafı çektirirken ne hissediyordu acaba.? Yüzünün yarısı gitmiş, vücudunun çoğu yanmış bir bilim kurgu filminden fırlamış gibi yanında duran TyZiegel ile evlenmek üzere olan kızın bakışlarında ne yakalamıştı Nina Berman.
Ya da 76 yaşına gelmişken ünlü aktör Clint Eastwood, Burbank’da iyimserliği ve iyiliksever ruhu adına Legion d’Honneur ödülünü almışken çektirdiği fotoğrafın üçüncülük ödülü alacağını düşünmüş müdür acaba? Damon Winter bu fotoğrafı çekerken milyonların tanıdığı bu yaşlı adamı nasıl göstermek istemişti, nasıl yakalamıştı çizgilerle dolu yüzünde istediği ifadeyi? Onurla ve bir o kadar da yılların verdiği tecrübenin güveniyle gülümsemeden bakıyordu ama insan içinden işte bu yaşlı adam, harika oyuncu ve o harika bir insan dedirten bir kareyi yakalamak her halde herkese nasip olmaz. Oysa o orda yüzününde hiç de sevimli bir ifade olmadan, hatta biraz somurtarak, hani yaşlı keçi dedirtecek bakışlarla bakmış ama insanın içine işlerken farklı yansıyor fotoğraf.
Umutlar nerede biter ya da umutsuzluk nerede başlar? Bir fotoğrafçı umutsuzluğun ve umudun buluştuğu anı nasıl fotoğraflar? Pep Bonet Spor konusundaki ikincilik ödülünü alırken bunu öyle başarmış ki, tek bacakları olmayan futbol oyuncularını maça hazırlanırken fotoğrafladığı kareleri görünce insan hem derin bir üzüntü hem de umuda olan bağlılığa karşı büyük bir saygı duyuyor. Yerde tek bacaklarını esneten bu Sierra Leone’li sporcuların toprağa çizdiği saha ise diğer bacaklarının olması gereken ama onun yerinde olan değneğin hemen yanında.
Bu fotoğraflarda hayat var. Savaşın kalıntıları arasında oyun oynayan bir çocuk, ölen çocuğunu eller üzerine çıkarmış bir baba, vurulmuş bir asker, dua edenler, yardım edenler, futbolcular, kazananlar, kaybedenler, yardım isteyenler, yani hayata dair herşey. Ama bunlar sadece duyguları belgelemek için çekilmiş kareler değil, bunlar tüm dünyanın duyması, görmesi gerekenleri gözler önüne sermek için çekilmiş fotoğraflar. Gözlerimizi sıkı sıkıya kapatıp kendi içimizde yaşadığımız hayatta, aslında kocaman açık gözlerle bakmamız gerektiğini hatırlatan fotoğraflar.
Peki yazılara, sayfalara, kitaplara sığmayan bunca duygu, bunca kelime, cümle varken nasıl oluyor da bir fotoğrafçı hepsini bir kareye sığdırır? Öğrenmek istiyorsanız sergi hala devam ediyor, gözlerini açık tutanlar için.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder